... Marksizmin büyük tarihsel geçmişi nerede durulması gerektiğini söylemiyor mu bize? Cevap açık; çıkıntılık etmeden, suyu bulandırmadan ‘büyük insanlığın’ değerleriyle yola devem etmek! Türkiye Solunun, Tayyip Erdoğan karşısında Cumhuriyetçiliği dert etmeden kabul ettiği görülüyor.
Egemen medya, konuyu, KDHC’nin nükleer güç edinmesini haksız, ABD’nin ise Trump’ın kişiliğinde bunlara karşı çıkışını haklı gösterecek biçimde ele alıyor... Yaygın bir konformist sol kesim egemen medyanın etkisinde kalarak durumu sessizce geçiştiriyor. Sol kesimlerin bu tür tutumlarının başlıca gerekçesi “yüksek insanlık idealleri” ve “nükleer tehlike” misali yalanlara kendini kaptırmış olmasıdır.
... Anlatmak istediğim, baskın durumdaki etkileri çözümlemek yerine onları kontrol altında tutarak cinsiyetçilik, ırkçılık ve benzer gerçek sorunların üstlerini örterek, onların daha güvenli bir atmosferde yaşamalarına müsaade eden yaklaşım biçimidir.
Marksist kültür ve Paris Komünü'nden alınan derslerle dolu uzun süreli militan deneyimi birleştiren Lenin ve Troçki'yle ve de Ekim 1917'de tüm bunların birleşmesiyle insanlık tarihindeki ilk post-Neolitik devrim zafere ulaştı.
Türkiye Devleti varlık-yokluk sınırına hiç bu denli kesin bir çizgide yaklaşmamıştı; her yeni hamle çıkış imkanı yaratmak yerine yeni açmazları beraberinde getiriyor. Siyaset bu noktada kesin bir düğümlenme yaşıyor. Tercih edilen yol, “siyasala karar verici olarak egemen”in (C. Schmitt) öne alınmasıdır. Bu bağlamda, egemenin, egemen olma konumunu yapısal nedenlerle bir türlü yeteri kadar dolduramaması ayrı meseledir.
Büyük devrimci Ulaş Bayraktaroğlu’nun şehit düştüğü haberinin ‒sağıyla soluyla bütün‒ Türkiye kamuoyunda yarattığı sarsıcı etkinin ayrılmaz bir temel parçası, Türkiyeli devrimcilerin Rakka yolunda ABD’nin piyadeliğini yaptığı görüşü oldu.
Grup henüz kendisine bir isim vermemişken “Baader-Meinhof” olarak damgalandı. Silahlı mücadelenin bağlamı ve politik arka planıyla ilgisi olamayan bir mit inşa edilmeye başlandı...
Emperyalistler kanlı geçmiş ve bugününü aklamak, ezilen halkların kurtuluş hareketlerini itibarsızlaştırmak için kendilerine göre bir ''gerçeklik'' uydurarak tarih yazarlar. Bu ''gerçeklikte'' emperyalist; vahşi barbarı ''uygarlaştıran'', bulunduğu alanda düzeni ve ilerlemeyi sağlayan, zorunlu olmadıkça katliam yapmayan, eğer katliam yapmışsa da ilkel halkların barbarlığının sonucu olarak yapan “medeni”dir.
Politika her zaman bahis konusu üç bileşenin birbirine eklemlenmesiyle ulaşılmaya çalışılan hedeflerden meydana gelir. Böylece ‒geniş anlamıyla‒ modern dünyada faşist, muhafazakâr, reformist ve komünist olmak üzere dört temel politik yönelim olduğunu görebiliyoruz.
“Bir zincirin kuvveti zayıf halkası kadardır” ve bugün Türkiye Cumhuriyeti, Tayyip Erdoğan adında somutlanan zayıf halkaya asılı duruyor. Zayıf halkanın kopma emareleri de çoğalıyor.
Kürdistan Hareketi, düzenin “evetçi” ve “hayırcı” güçlerinin karşı tarafı kötülemek için başvurduğu bir silah / şeytan konumunda olacak denli düzen-dışıdır. Her bir kesim, Kandil’in öteki tarafı desteklediğini ileri sürerek gericilik yarışı yapmaktadır.
Teori ve Politika adlı yel değirmenine, adı “Marksist-Leninist” olan bir örgütten düşen, düşmekte olan, düşeyazan kaçıncı Donkişot’un öttürdüğü kaçıncı savaş borusu bu yarabbi! Bunlar için Teori ve Politika neden bir takıntı haline geliyor?
Başta KHK ile işlerine son verilenler olmak üzere, geniş bir akademisyen topluluğunun işten atılan arkadaşlarına sahip çıkması ve atılanların odalarını terk etmeyecekleri ilanı, Türkiye’de muhalefet hareketinin götürücüsü olmaya aday son derece gözüpek bir karardır.
... Tayyip devleti şu halde geçmiş politikalarından -özellikle asıl kritik etki olarak yaşadıklarından emin olduğu dış siyasette- esneme gibi duran her adımında aslında esneyememenin köşeli zıt hattına doğru itilmektedir. Çubuğun yerini değiştirmek onu esnek kılmaz!
...Siyaset denilen akıl ve özne işi faaliyeti yok eder anında. Akıl ve bilinç ile silah bir arada duramaz. Ya biri, ya öteki! Silah çıkagelince siyaset zail olur. Siyaset öyle her iklimde yeşermeyen nazlı bir bitkidir. Silah sesleri ürkütür siyasal özneyi…
... İçinde bulundukları zamanın üzerinden atlayarak, ya geçmişe dönüyor ve atalarının varsaydıkları koşullarında ışıklar yüzyılında yaşamak istiyorlar ya da torunlarının hayal ettikleri koşullarında yani aydınlık yarınlarda... Ama kesinlikle içinde oldukları karanlık dönemde yaşamak istemiyorlar, bizzat kendi bedenlerinin oluşturduğu engeli özgür bilinçleri ile aşmaya gayret ediyorlar.
Pek çok kişi henüz farkında olmayabilir ama ABD’nin gelecek başkanı olarak Donald Trump’ı seçmesi –ve Hillary Clinton’ı reddetmesi- ile Çarşamba günü dünya rahat bir nefes aldı.
Kayyum meselesini kadın kimliğine sıkıştırmak Kürdistan’ın çok boyutlu engin gerçeğinin görülmesini engeller. Kürdistan’ın engin gerçeği Kürt devrimci kadınlarının mücadelesini de içermektedir elbette.
Kimin Sünni sayılacağını belirlemek için Çeçenistan’da düzenlenen konferansa dâhil edilmeyişlerinin Suudilerde yarattığı infiali izlemek eğlenceli. Suudi Arabistan’da hâkim olan Sünni çıkışlı Vahabilik, İslam tarihinde öbür Müslümanları dinden çıkmış göstermekte başka hiçbir akımın yapmadığı kadar gayret göstermişti. Karşılaştıkları muameleyi hak ediyorlar.
Washington’un politika yapıcılarının gözünde PYD asla ilk müttefik tercihi olmamıştı: PYD-Washington ilişkisi, PYD’nin Esad rejimi dışında Suriye’de İslam Devleti’nin ilerleyişini durdurabilecek tek askerî güç olduğu gerçeğinden kaynaklanan, şartların zorladığı bir ittifak ilişkisi olmuştu.
Riyad’daki yeni yönetim dünya sistemiyle daha fazla bütünleşme uğruna eski dostlarını satmaya hazırlanıyor.
Patrick Cockburn, hareketin Kuzey Afrika’da tekrar yükseleceğini, Türkiye’nin sınırdan silah geçişine göz yumduğunu ve Cerablus’ta hâlâ IŞİD savaşçılarının varlığını iddia eden IŞİD militanıyla röportaj yaptı.
Kemalizmin eleştirisi ve Kemalizme karşı yıpratma savaşı Türkiye Marksizmiyle başlamıştır. İkinci ve yıkıcı eleştiri Kürdistan Hareketinin silahlı eleştirisidir. Kemalizm, baştan beri ama 30 yıldır kesintisizce Kürdistan Hareketi duvarına çarpmaktadır.
Devlet bir patlamayla dağılmamış, adeta içi –bir devletin içi olarak tüm kurumsal alan– boşalmış ve en son taşıyıcı direğin çatırtı ile yıkılmasıyla içine göçmüştür. Ezenler cenahı bu çöküşü varlığını devlete bağlamış kesimlerin seferberliği aracılığıyla bir güç gösterisi; ama daha belirgin olarak derlenen tüm devletli kanatların birliği üzerinden bir konsolidasyon manzarası ile yaşıyor.
Türkiye, 15 Temmuz’u 16’sına bağlayan geceden itibaren, en erken kalkan askerin darbe yapmaya kalkışmasından değil, nesnel ve kurumsal bütün koşulları hazır olduğu halde, rejim içi de olsa bir türlü esaslı bir dönüşüm yaşayamamasından dolayı açık şekilde bir muz cumhuriyetidir.
Türkiye sol ve devrimci hareketinin çeşitli bileşenlerinin hemen hemen hepsi 15-16 Temmuz darbe girişimini, “Her ikisi de kahrolsun! ” biçiminde özetlenecek bir tarzda değerlendirdi. Birkaç örnek üzerinde duralım.
Macaristan’da iş başındaki “milliyetçi muhafazakâr” hükümetin, ülkenin (reel) sosyalist geçmişini silme kampanyası kapsamında ünlü düşünürün Budapeşte’deki arşivini kapatmaya hazırlandığı bildiriliyor.
TC ve İsrail, Mavi Marmara baskınıyla tıkanan ilişkilerin önünün açılması için aylar öncesinden anlaşmışlardı. Ama anlaşma metni, 28 Haziran 2016 Saat 11.00'de Ankara’da Dışişleri Müsteşarı Feridun Sinirlioğlu ve Tel Aviv'de İsrail Dışişleri Bakanlığı Genel Sekreteri Dore Gold tarafından eşzamanlı olarak imzalandı.
Hedef kitlesinin gözünde sarsılan imajını ve azalan cazibesini düzeltmek amacıyla dikkatleri Irak ve Suriye’de uğradığı yenilgilerden uzaklaştırmak isteyen grubun dünya çapında saldırılarına hız vermesi bekleniyor
Şu IŞİD nelere kadirmiş! Koca bir sol ve sosyalist dünyanın kendini hangi evrenin bileşeni gördüğünü açık etti. IŞİD sayesinde anlaşıldı; sol ve sosyalistlerin savunduğu, meğer kapitalist uygarlığın ideal değerleriymiş!
Halkların kardeşliğine çağıran eski Marksist sloganlara sadakatinden ötürü aynı anda hem “Gereğinden fazla Kürt olmak” hem “Yeterince Kürt olmamak” ile suçlanan PYD güç ve güven kazanmaya devam ediyor.
"Mesela bir Fatih Sultan Mehmet ne kadar halkımızın tarihinin bir parçasıysa(!), M. Kemal de o ölçüde halkımızın tarihinin bir parçasıdır(!)."
İbrahim Kaypakkaya
“Erdemsiz terör uğursuzdur; terörsüz erdem güçsüzdür. Acil, katı, bükülmez adaletten başka bir şey değildir terör; dolayısıyla erdemden sâdır olur.” Maximilien Robespierre, Sur les principes de la moralité politique (“Siyasî Ahlâkın İlkeleri Üzerine”) (1794)
... sol hareketin yaygın kesimleri özellikle son yıllarda, onu yalnızlıktan kurtarmak istedi, ama bu Kaypakkaya’ya iyilikseverce yaklaşmaktan başka bir şey değildi. Kaypakkaya Kaypakkaya olarak kalamayacaksa kalabalığa karışmasının ne hayrı olabilir!
... radikal komünist gündemini yeniden canlandırmak üzere on yıl sürecek Kültür Devrimi’ni başlatmasından bu yana elli yıl geçmişken, modern Çin’in kurucusunun ruhu hâlâ güçlü bir çekiciliğe sahip.
Şu eski ikilem ile karşı karşıyayız: Çoğunluk ırkçı ya da cinsiyetçi yasalara eğilim gösterirse demokrasiye ne olur?
Kendisini yeryüzündeki tek gerçek ve meşru İslâmî yönetim olarak gören, “cihad” ve “fetih” hedefleriyle halifelik ilânında bulunan bir örgütün önünde sonunda küfür cephesinde saydığı bir devletle “eşitler arasında bir ilişki”den (o da şimdilik) azına razı olması da beklenemezdi zaten.
Derler ki, yaşarken işledikleri günah ve sevaplar eşit olduğu için öldükten sonra cennete mi cehenneme mi gideceği henüz belirlenemeyenler, bir süre Araf’ta bekletilir. Burası cenneti cehennemden ayıran ve üzerinden iki tarafın da görüldüğü yüksekçe bir yerdir.
Hedefler arasında Türkiye halkının da olmasının TAK’ın resmen olmasa da politik açıdan bağlı olduğunu ilan ettiği Kürdistan Özgürlük Hareketinin politik duruşu açısından savunulurluğu söz konusu olamaz. Değerlendirmenin, bir üst-ilke, etik ilke olarak “masum sivillerin zarar görmemesi”ni içermesi gerekmiyor bu yargıya ulaşmak için;” soğuk” bir değerlendirmeyle, sivillerin hedef olması ya da eylemde sivillerin canının marjinal değerinin kritik ölçüde düşük olması Hareketin amacına aykırıdır.
Bunlar Davutoğlu’nun insan, şahıs, kul (abd) ve vatandaş sıfatlarıyla inandığı şeyler. Davutoğlu’nun başbakan sıfatıyla inandığı başka şeyler de var. Meselâ Davutoğlu, Ankara’da 10 Ekim 2015 tarihinde 102 cana mal olan bombalı saldırının –normalde birbirinin izine kurşun sıkan uzlaşmaz iki düşman olan- PKK ile IŞİD’in ortak eylemi olduğuna, 17 Şubat 2016 tarihinde 29 cana mal olan patlamanın ise Suriye Kürtlerinin örgütü YPG tarafından gerçekleştirildiğine inanıyor.
Olivier Roy siyasal İslam, Afganistan, İran, Orta Asya, genel olarak dindarlık ve kültürler üzerine çalışan bir Fransız akademisyeni, yazarı. Öne çıkan özelliği, masa başı yerine “sahada çalışmaya” ağırlık vermesi. Kitapları, çeşitli makaleleri ve röportajları Türkçeye çevrilmiş, İslamcı ve solcu aydın çevrelerin ilgisini çekmiş. Bunu bir ölçüde, dünyada da ilgi gören “Siyasal İslam’ın İflası” kitabının Türkiye’de laiklik-İslamcılık tartışmalarının yoğun yaşa
Kürdistan tarafında, bölgesel alaşımlarıyla birlikte, Türkiye tarafından bambaşka bir politik oluş yaşanıyor. Türkiye Devleti’nin egemenlik sahasını koruma amacıyla kuşattığı Kürt kentlerinde uyguladığı çıplak şiddetten dolayı değil, tam da devletin bu şiddet olarak varlığının karşısına şiddetle karşı koyabilen net ve esaslı bir politik varlığın bulunmasından dolayı…
Sözle ve/ya da silahla devletin dışında, devlete karşı bir politik öznellik arayışı içinde olanlar Kürdistan Devrimi etrafında isteyerek ya da nesnel olarak birleşiyorlar. Silahla varlık kazanan, silahla yeni politik açılımlara yönelen Kürdistan Devrimi Türkiye liberalizmiyle Türkiye Solunu ihtiyat kuvvetleri haline getirdi. Burada hayırla anılan politik durum Kürdistan Özgürlük Hareketinin devrimciliğidir. Türkiye tarafında sarf edilen eleştirel sözün değeri de ancak bu devrimcilikle beraber ortaya çıkabiliyor.
En yakın müttefiklerimiz bile askerî ve çevresel bir tehlike olduğumuzdan korkuyor. Oluşturduğumuz tehdit gerçek ve ölümcül.
Makalenin yazarı Veliyettin (Hürrem) Ulusoy, Hacıbektaş Çelebileri’nin Mürselli kolunun büyüğü ve farklı pir ve dede ocaklarına bağlı Alevi toplumu içinde en büyük izleyici (talip) kitlesine sahip olduğu kabul edilen Hacıbektaş Dergahı’nın halihazırdaki postnişinidir. Ulusoy, gündelik siyasete mesafeli yaklaşımıyla tanınmakla birlikte, izlediği istikrarlı ve tutarlı çizgisiyle Alevi kesimi içinde saygın bir konuma sahiptir.
Orijinali The Week internet dergisinde 3 Aralık 2015 tarihinde yayımlanan aşağıdaki yazı ABD muhafazakârları arasında giderek yaygınlaşan kanaatin özlü bir ifadesi olması bakımından önem taşıyor.
Değişen konjonktürde tutunma çabaları ya da belki, “binilmiş bir alâmete gidiliyor kıyamete”
Ve bu noktada da Erdoğan, itildiği çaresizliğin zorlamasıyla, talihin yüzüne güldüğü sıralarda dünya siyasetinde bağımsız değilse bile özerk bir oyuncu olmaya çalışırken elinde tutmaya çok önem verdiği üçüncü bir kozu yani Rusya kartını da harcamayı göze aldı.
YDG-H, ango Tevgera Ciwanên Şoreşger û Welatparêz, di warê têkoşînê de qonaxeke nû vekiriye. Nivîskar û edîtorê kovara Teori ve Politika’yê Metin Kayaoğlu, vê hêza nû ya bi navê YDG-H dahûrand û got ku YDG-H, berîdaniyeke şoreşgerî û taktîkî nîne, înîsiyatîfeke bunyadiyeke şoreşger e û digel hin pirsgirêkên destpêkê xelekeke nû li şoreşa Kurdistanê zêde kiriye.
Kürdistan devrimini birleşik bir devrim olarak düşünmek birkaç yıl önce ütopya alanına giriyordu. Ama bugün bu bir realitedir. Kuzey ile Rojava, bir veya birkaç öğedeki benzerlikten öte, birleşik bir sürece girmiştir.
10 ay önce yine Paris’te Charlie Hebdo dergisine saldırının ardından, hedefin düşünce özgürlüğünün sembolü gibi görülmeye uygunluğu nedeniyle, toplumu liberal baskı altına almak zor olmamıştı. Ve pek çok çevre kolaylıkla “hepimiz Charlie’yiz “ diyebildi.